Geçmek bilmeyen bıkkınlık hissi, hiçbir konuya tam olarak konsantre olamama, iş ya da okul sebebiyle ortaya çıkan uzun bir yapılacaklar listesi…
Ve tabii ki bu kadar koşuşturmanın sonucu olarak varoluşsal sorgulamaların başlaması, mental çöküşle birlikte antidepresan sarmalına giriş. Belki de modern çağ, yalnızca içimizde var olan depresif eğilimleri görünür kılmış olabilir.
İnsan zihni hepimizin bildiği üzere hayatta kalmak üzerine programlanmıştır. Beynimiz en karmaşık olaylarda bile çok basit 2 temel mekanizma üzerinden çalışır: Savaş ya da kaç. Bu hayatta kalmaya yönelik program, devamlı tehlikeyle burun buruna gelen avcı toplayıcı atalarımızın ciddi anlamda işine yarıyordu ancak modern insanın “modern” problemlerinde beklenmedik bir etkiye sebep oldu. Öyle ki bu yan etki bizi, olumsuz olaylara karşı “aşırı duyarlı” hale getirdi. Bir bakıma bu biyolojik miras, çağın koşullarına “güncellenmiş” diyebiliriz. Avcı toplayıcı atalarımızın beyni, tehlike ya da tehdit algısını birincil olarak işleyerek kendilerine hayatta kalma avantajı sağlıyordu. Bizde ise kaygı; depresyon, ruminasyon ve varoluşsal boşluk gibi sonuçlar doğuruyor. Yani elinizde 5 seviyesinde olumlu ve 5 seviyesinde olumsuz uyaranlarınız var diyelim. Beyniniz ikisini de işliyor ancak olumsuz olanları daha kalıcı ve etkili biçimde işliyor. İşte yaşadığımız bu duruma nöropsikoloji “negativity bias” diyor. Özetle zaten halihazırda bulunan bu güzelim biyolojik miras yaşadığımız stresli ve yoğun tempolu hayatla birlikte kendimize doğrulttuğumuz bir silaha dönüştü demek çok da yanlış olmayacaktır.

Bilmediğimiz bir şeyi kontrol etmek pek mümkün olmayacağından beyni anatomik yaklaşımla incelemek oldukça önemlidir. İlk bilmemiz gereken bilgi, beynin olumlu ve olumsuz duygulara simetrik bir cevap vermediğidir. Yani olumsuz bir durumla (uyaranla) karşı karşıya kaldığınızı düşünelim. Bu olumsuz uyaranlar, sinirsel devrelerde çok daha yoğun, hızlı ve kalıcı tepki doğuruyor. Yani olumlu durumlarda sinirsel devreleriniz durumu çok da sallamıyor ama olumsuz uyaranlarda kıyametleri koparıyor diyebiliriz. Bu eğilimin başlıca sorumluları var:
- Amigdala: Korku ve tehdit algısının ana merkezine hoş geldiniz. Yapılan araştırmalar sonucunda bu arkadaşın olumsuz yüz ifadelerinde ve travmatik anılarda diğer pozitif uyaranlara kıyasla üç kat fazla aktive olduğunu bilmeniz yeterli. Zira amigdalanın aşırı duyarlılığı beynin olumsuzu daha önemli algılamasına sebep oluyor. Yetmiyormuş gibi bu arkadaş bir de hipokampusla birlikte çalışıyor ve olumsuz deneyimlerinizin hafızada daha güçlü iz bırakmasını sağlıyor. Böylelikle tebrikler, artık kötü anılarınız iyi olanlardan daha akılda kalıcı!
- Prefrontal Korteks: Vermiş olduğumuz mantıklı ya da mantıksız tüm duygusal tepkilerin suçu bu elemanda. Bünyeye yüklenen aşırı negatif uyaran sonucunda amigdala aktivasyonu bu elemanı baskılıyor ve rasyonel kontrolünüz zayıflıyor. Yani artık tehdidin gerçek olup olmadığını değerlendiremiyorsunuz ve hemen “her şey daha kötü olacak” şeklinde düşünüyorsunuz. Kısacası depresyon ve kaygı bozuklukları diyarına giriş bileti kazanıyorsunuz.
- Default Mode Network (DMN): Beyninizin varsayılan modu. Özellikle zihin dinlenirken aktiftir. Gece yatmadan önce ya da boş boş otururken kendinize söylediğiniz “o son lafı söyleyecektim” gibi geçmişi hatırlama, gelecek planlarınız, kendilik algınız gibi işlevlerde bu mod rol oynar. Eğer DMN aşırı aktifse, bunu öğrenmek için EEG çektirebilirsiniz, ruminasyon ve negatif düşünce döngüsü çok daha güçlüdür. Azıcık dinleneyim, boş boş oturayım dediğinizde geçmiş hatalarınıza ya da olumsuz senaryolara yönelmenizin suçlusu DMN diyebiliriz.

Bunlara ek olarak olumlu sonuç alamadığınızda dopamin seviyenizin düşmesi de eklenebilir. Ama bence en trajikomiği beynin enerji tasarrufu için olumsuz bilgileri daha hızlı işlemesi. Beyniniz için olumsuzluk = tehlike. Sinirsel ağlar; olumsuz uyaranları daha kısa sürede ve yüksek amplitüdlü elektriksel yanıtlar üretiyorken, olumlular için durum tam tersi. Tembel bir çocuk gibi beyniniz daha az yorulmak için bu yolu seçiyor.
Tüm bu negatifliğin sebebi tabi ki 2000’li yıllara girdiğimizde başlamadı. Sahip olduğumuz hayatta kalma içgüdüsü, insan zihninin karanlık taraflarını tam olarak ne zaman beslemeye başladı bilmesek de felsefi olarak 1740’lara hatta Budizm’e kadar gidebiliyoruz. Yani durup dururken şu anki nesli suçlamanın çok da manası yok. Kısacası nöropsikolojik düzeydeki “negatif yanlılık” kavramı felsefi düzlemde pasif nihilizmin altyapısını oluşturdu. Günümüz modern insanının da yaşam şekli bu negatif yanlılığı körükledi ve sonuç: Mutlu değiliz, yorgunuz ve depresyondayız.
Beynin negatif eğilimi bir kader değildir ama farkında olunmadığında, varoluşun anlamını kemiren görünmez bir nörokimyasal ağ haline gelir. O yüzden kendimizi, beynimizi ve işleyişini olabildiğince iyi tanımak gerekiyor. Modern insan, artık avcı-toplayıcı döneme dönemeyeceğine göre bu biyolojik mirası fark edip ona bilinçle yön vermek zorunda.
Kaynak
Esenyel, Adnan. “MERHAMET, ACI VE KURTULUŞ: YAŞAMIN ANLAMSIZLIĞI KARŞISINDA SCHOPENHAUER VE NIETZSCHE”. FLSF Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, sy. 35 (Mayıs 2023): 1-23. https://doi.org/10.53844/flsf.1229531.
Gökçen G, Traş Z, Yakıcı HB. Sevgi Bağımlılığı, Travma Sonrası Bilişler ve Ruminasyon Arasındaki İlişki. Bağımlılık Dergisi. Aralık 2025;26(4):410-420. doi:10.51982/bagimli.1652094
Cui, Yue. “Research on Brain Has a Negative Bias and How to Fix It.” Proceedings of the 2021 6th International Conference on Modern Management and Education Technology(MMET 2021) (2021): n. pag.


