Bazı araştırmacılar zihin kuramına sahip olmanın tanrılara inanmak için gerekli bir önkoşul olduğunu düşünürler. Örneğin, Belfast’ta Queen’s Üniversitesinden psikolog Jesse Bering The Blief Instinct adlı kitabında zihin kuramının tanrılarla ilgili varsayımlara nasıl yol açtığını ayrıntılarıyla anlatır. Bering, bir tanrının zihnini ancak kendimiz bir zihin kuramına sahip olduğumuzda hayal edebileceğimize dikkat çeker. Tabii ki burada tanrının da bir zihin kuramına sahip olduğunu ve dolayısıyla onun da biz ölümlülerin ne düşündüğümüzü hayal edebildiğini varsayıyoruz. Bering’in özetlediği gibi: ‘’Tanrı zihin kuramından doğmuştur.’’ Homininlerin bir tanrıya inanmak için öncelikle zihin kuramına sahip olmaları gerektiği British Columbia Üniversitesi’nden psikolog Ara Norenzayan (Big Gods) ve Oxford Üniversitesi’nden biyolog Dominic Johnson (God is Watching You) tarafından da vurgulanmıştır.1
Tanrılar yaratmak ve onlara bir zihin kuramı atfetmek, olası birçok fayda sağlar. En önemlisi tanrıların aklımızı okuyup ne düşündüğümüzü bildiğine dair inanca yol açmasıdır. Birçok dinle ilgili yapılmış araştırmalarda tanrıların ‘’insanların her birini derinden tanıdığı, onların ‘ruhlarını ve kalplerini’ bildiği’’ tasavvur edilir. Bering’e göre bu, ‘’atalarımızın yaptıkları eylemlerin doğaüstü bir izleyici tarafından sürekli gözetlendiği, çetelesinin tutulduğu ve yargılandığı hissine kapılmalarına ve buna göre davranmalarına, kısacası daha büyük toplumsal düzene yol açmıştır’’. Zihin kuramına sahip tanrıların yaratılmasının bir diğer yararı, böyle tanrıların yaşamın bilinmeyen özelliklerini açıklamada işe yaramalarıdır; örneğin şimşek çakması tanrıların öfkelerini göstermesi, hastalıklar da tanrılardan gelen ceza olarak kabul edilir.2
Kentucky Üniversitesi’nden psikolog Will Gervais, zihin kuramının önemi ile ilgili benzer bir sav ortaya atmıştır. ‘’İnsanların birbirlerinin zihinleri ile ilgili betimlemeler yapmalarına ve çıkarımda bulunmalarını sağlar. Bu nedenle zihin algısı dini bilişin mutlak suretle temelini oluşturur… Zihin tanrı inancının da bilişsel temelini oluşturabilir.’’ ‘’Bu doğru olduğu için de başkalarının zihinlerini anlamakta güçlük çeken kişilerin tanrılara karşı inançları da daha zayıf olmaktadır,’’ diye akıl yürütür Gervais. Daha önce de belirtildiği gibi, otistik bireylerin sahip oldukları zihin kuramında ‘’zihin körlüğü’’ denen bazı zayıflıkları olduğu kabul edilir. Gervais, ‘’otistik spektrum ile Tanrı’ya olan inanç arasında hafif fakat güvenilir bir ters ilişki’’ olduğunu bildiren çalışmalardan bahseder. Böyle bir çalışmada otistik ergenler arasında ‘’Tanrı’ya güçlü bir inanç duyduklarını’’ belirtenlerin oranı kontrol grubu ile karşılaştırıldığında sadece yüzde 11 olarak saptanmıştır. Bu bulgular zihin kuramı ile dini inançlar arasındaki ilişkiyi desteklemektedir.3
Zihin kuramı ile tanrıları düşünmek arasında bir ilişki bulunduğu için Gervais, her iki düşünce süreci tarafından da aktive edilen beyin bölgelerinde bazı örtüşmelerin bulunması gerektiği sonucuna varmıştır. Bu, Dimitrios Kapogiannis ve arkadaşları tarafından Maryland Bethesda’daki Ulusal Sağlık Enstitüleri’nde yapılan bir dizi deneyde araştırılmıştır. Araştırmacılar ‘’kendilerini çeşitli derecelerde dindar olarak gören ‘’ deneklerde beyin görüntülemesi yaparak Tanrı’nın hayatlarındaki yeri, Tanrı’nın öfke düzeyi ve dini doktrin ile ilgili sorulara yanıt verdiklerinde aktive olan beyin bölgelerini değerlendirmişlerdir. Zihin kuramı tarafında aktive edilen beyin bölgeleri ile birinci ve üçüncü sorularda hafif bir örtüşme saptanmıştır. Yazarlar bundan şu sonucu çıkarmışlardır: ‘’Dini inanç, soyut anlamsal işlemlerin yerine getirilmesinde, imgesel işlevlerde ve istemle ilintili ve duygusal zihin kuramında görev alan beyin ağlarını çalıştırır.’’4
Bununla birlikte, Neandertal homininlerin tanrılara inanmış olması pek mümkün görünmüyor. Her ne kadar görünürde bir zihin kuramı edinmiş olsalar da Tanrı’nın onlarla ilgili ne düşündüğün, düşünmelerini sağlayacak ikinci dereceden bir zihin kuramına henüz sahip değillerdi. Kendilerini tam olarak geçmişte ve gelecekte düşünme yetisine sahip olmadıkları gibi geçmiş deneyimlerini geleceği planlamak için kullanma becerisini de edinmemişlerdi kısacası tanrıları yaratmak ve onurlandırmak için bilişsel olarak henüz olgunlaşmamışlardı.
Özetle, yaklaşık 200.000 yıl önce, Neandertal homininler modern Homo sapiens’inkinden daha büyük bir beyne sahiptirler. Zeki canlılardı ve görünüşe göre hem öz farkındalıkları hem de başkalarına yönelik bir farkındalıkları vardı. Bu becerilerin birleşimi, başkalarının eylemlerini düşünme ve tahmin etme yetilerinden dolayı, Neandertal’lere yiyecek bulma, savaşma, ticaret yapma ve üreme bakımından önemli bir evrimsel avantaj sağlamıştır.
Bununla birlikte, görünüşe göre, kendi düşünceleri hakkında düşünmelerini sağlayan iç gözlem becerisinden hala yoksundurlar. Ayrıca geleceği planlamak için geçmişi ve şimdiyi kullanma yeteneğine de sahip değildiler.
Yüz bin yıl önce homininler primat alanlarından yaklaşık 5,9 milyon yıldan beri ayrılmış durumdaydılar: bu da ayrılış zamanından bugüne kadar geçen sürenin yüzde 99’una denk gelir. Kalan 100.000 yıl içinde, homininlerin tanrıları onurlandırmak amacıyla Angkor Wat ve Chartres Katedrali gibi anıtlar inşa etme, Macbeth ve Mesih kitaplarını yazma ve Ay’a gitme olasılığı neydi? Olağanüstü bir şey gerçekleşmek üzereydi.
KAYNAK
1. Jesse Bering, The Belief Instinct: The Psychology of Souls, Destiny and the Meaning of Life. (New York: Norton, 2011), s. 190; Ara Norenzayan, Big Gods: How Religion Transformed Cooperation and Conflict. (Princeton: Princeton University Press, 2013); Dominic Johnson, God Is Watching You: How the Fear of GOD Makes Us Human. (New York: Oxford University Press, 2016).
2. Bering, The Belief Instinct, s. 190-192.
3.W. M. Gervais. ‘’Perceiving Minds and Gods: How Mind Perception Enables, Constrains, and Is Triggered by Belief in Gods’’, Perspectives on Psychological Science, 2013, s. 380-394.
4. D. Kapogiannis, A. K. Barbey, M. Su ve ark., ‘’Cognitive and Neural Foundations of Religious Belief’’. Proceedings of the National Academy of Sciences USA 106, 2009, s. 4876-4881.